Okumuş olduğumuz kitaplar arasında, tavsiye etmeye değer bulduklarımızı herhangi bir şekilde tür, yazarların dünya görüşü, popülist- çok satmayan, ayrımı yapmadan bir kitap önerileri başlığı oluşturarak paylaşabileceğimizi düşündüm.
Bu vesile ile de paylaşacağım tüm kitap önerilerini tek tek ileti olarak bu başlığın altına girmek istedim. Eğer siz de okuduğunuz ve beğendiğiniz kitapları bu başlık altında ileti olarak paylaşırsanız, inanıyorum ki topluca oluşturduğumuz güzel bir kaynak ortaya çıkacaktır.
Bazı kitapların; okunması daha keyifli ve verimli olacağı yaşlar, bazı kitapların da cinsiyetleri vardır bana göre. Yorumlarımda bu konudaki naçizane fikirlerimi de belirttim. Kitaplar hakkında verdiğim bilgileri titizlikle kontrol etmeme rağmen yazar veya kitabı hakkında yanlış bir bilgiye rastlarsanız veya gözümden kaçan dilbilgisi-imla hataları varsa eğer affınıza sığınıyorum.
Kitaplar hakkında yorumlarımı sizlerle paylaşırken önce kitap hakkındaki yorumumu, ardından ise kitapların olay örgüsü hakkında biraz bilgi vermeye çalıştım. Bu bilgilerin, kitapların olay akışı içinde keyfinizin kaçacağı şekilde olmasından özellikle kaçındım. Siz de buna dikkat ederseniz önerileri okuyan insanlar açısından daha sağlıklı bir kaynak olacaktır diye düşünüyorum.
Kırmızı Pazartesi – Gabriel Marcia Marquez
Gabriel Marquez’in ölmeden önceki son kitabı Kırmızı Pazartesi. Kolombiyalı olan yazar kendi çocukluğunun kasabasında yaşanan bir cinayeti, kendi gözlerinden anlatmış okura.
Listemde hiç polisiye kitap önerileri yok, fakat bu kitaba belki bir polisiye kitap diyebiliriz, yalnız bir farkla. Yazar ölen kişiyi henüz ilk sayfada söylüyor. Ve sonu en başından belli olan bir cinayeti yine de heyecanla okutmayı başarıyor. Kitabın orijinal ismi ‘’İlan edilmiş ölümünün kroniliği’’ olarak çevrilebilir. Buradan da görünüyor ki ölüm ilk sayfadan ilan edilmiş, ve bütün kasaba cinayetin bütün aşamalarında bir şekilde ikiz katil kardeşlerin yakınında bulunmuş, fakat izlemek dışında hiçbir tepki veren olmamış.
Aslında bu cinayet biz okurların da gözleri önünde oluyor, göz göre göre öldürülüyor Santiago Nasar. Kitap dil olarak sade olsa da konsantre olmadan okunduğu takdirde kurguda ve karakterlerde karmaşa yaşanabiliyor. Marquez, diğer kitaplarında da olduğu gibi hayvanlarla insanların garip ilişkilerini olayın içine saklamış, ve saklandıkları yerden bulup çıkarmak, keşfetmek zevk veriyor.
Olayın işlendiği kasabanın halkı üzerinden, bütün topluma taşlamalarda bulunan yazar, kafamızdaki ‘’iyi-kötü insan’’ kalıbını oldukça sarsıyor. İlk sayfasından olayın sonunu öğrenmeme rağmen okuduğum en sürükleyici kitaplar arasındaydı Kırmızı Pazartesi.
Olayın geçtiği kasabada zengin bir adamın düğünüyle başlar hikaye. Düğünde bütün gençler günlerce ve hunharca eğlenir. Santiago Nasar, arkadaşları ikiz kardeşler ile eğlenmektedir. Fakat düğünün sonunda damatın, gelini ailesinin evine bırakmasıyla birlikte olaylar ivme kazanır. Bir Namus cinayetini anlatan kitapta, cinayeti işleyeceklerini bütün mahalleye duyuran ikiz kardeşler, belki de birinin onları vazgeçirmesini isteyerek yavaş yavaş ilerlerler cinayete.
Gençi yakışıklı, çapkın ve zengin olan Santiogo ise kasabada öldürüleceğini bilmeyen tek kişidir. Karakteri nedeniyle kimsenin aklına onun yapmamış olabileceği gelmeyen Santiago da yine bütün kasabanın gözlerinin önünde ilerler ölüme.
Her seferinde müdahale etmek isteyeceğiniz, kitabın hikayenin birebir içinde olacağınız, bu anlamda farklı bir deneyim yaşayacağınız, mutlaka okunması gereken kitaplar arasında Kırmızı Pazartesi.
Keyifli okumalar…
Sıfır Noktasındaki Kadın – Neval El SEDDAVİ
Mısırlı feminist yazar Neval El SEDDAVİ, ziyaret ettiği bir hapishanedeki, öyküsünü dinlediği idam edilecek olan bir mahkumla tanışmak ister ve tanıştığında yaşam hikayesini kendinden dinler. Bu kitap o mahkumun dilinden kendi hayatını anlatmaktadır. Ve aslında binlercesinin hayatını. Dinlerle birlikte kültür haline gelen erkek egemen toplum biçimi, kendi canavarlarını doğuruyor sanırım.
Kitapta okuduğumuz hayat; birçok başka kitapta okumuş olduğumuz, haberlerde izlemiş olduğumuz, komşumuzdan duymuş olduğumuz, ailemizde sindirip susturmuş olduğumuz ve belki de yaşamış olduğumuz hayatlardan gerçek bir tanesi. Aslında benim okuduğum en güzel kitaplar arasında yer almasının sebebi, kitabın başkarakterinin bu hayatların en acılarından birini yaşamış, fakat kendi korkunç hikayesinden diri çıkabilmiş olması.
İtildiği hayatı yaşarken, kendi kurallarını koyması ve erkeklerin kurduğu bu düzenin altını üstüne çevirebilmesi hikayenin umudu aslında. Dili oldukça sade, sayfa sayısı oldukça az olduğundan, kitaba ara vermek zorunda kalmadan, bir solukta bitirebilirsiniz. Duygusal kitap önerileri arıyorsanız ve özellikle kadınsanız içinde farklı duygular bulabileceğiniz biyografik bir roman. Yani, yine bir ”kadın” romanı.
Firdevs, doğduğu topraklarda bulaşıcı olan sevgisiz bir ailede büyür. Anne ve babası arasındaki ilişki; gece olduğunda odalarının kapısının ardından gelen zorunlu sesler dışında, neredeyse hiç yoktur. Annesi, sönmüş bir kadındır. İçinde hiçbir duygu barınamamış kadınlardan. Yaşadıkları; kadınlığını, insanlığını sömürüp söndürmüş kadınlardan.
Anne ve babası öldüğünde Firdevs henüz genç bir kızdır.Çocukluğundan beri amcasıyla aralarında yakın bir ilişki olmuştur ve kimsesiz kaldığında onun peşine takılır. Birlikte şehre giderler. Amcası önemli bir din adamıdır. Yeğenine çocukluğundan beri cinsel tacizde bulunan önemli bir din adamı. Amcası evlenene kadar Firdevs ile aynı evde ikisi de mutlu yaşarlar.
Firdevs gündüzleri okula gider ve sevgiyi öğrenmediği için geceleri amcasının yaptıklarını sevgi sanarak uykuya dalar. Amcası evlenene kadar her şey Firdevs açısından yolundadır. Fakat evlenince karısı Firdevs’i istemez. Ve yine kendisi gibi önemli bir din adamıyla evlendirir amcası Firdevs’i. Tek gariplik Firdevs ile evlenen adam babasıyla yaşıttır. Ve babası gibi, kocası da kendi doyana kadar başkasına müsaade etmez, ve belki de babası gibi başka şeylere kızıp Firdevs’i döver.
Firdevs ‘in hikayesi, ipleri kendi eline alabilene kadar sürüklenerek gider. Firdevs; itildiği hayatta kendi kurallarıyla yaşamaya çalışırken ( ki son dönemlerde gayet refah yaşar ), kendisini bekleyen sondan kaçamaz. Aslında bazı hikayelerin en başından yazılmıştır sonu.
Yaşadığımız hayatlarda öyle aslında. Şartlarını kendimiz belirleyemediğimiz bir düzende sonumuzu kendimiz yazamayız. Örnekleri öyle çok ki. Firdevs; cinayetten suçlanıp idam cezasına çarpıtılan, fakat gözlerinde pişmanlık ve korku barındırmayan mısırlı bir fahişe. Kendisi, çarpıcı gerçekliği ile ölmeden önce okunması gereken kitap arasındadır listemde.
Keyifli okumalar…
Portobella Cadısı- Poulo COELHO
Kitap önerileri listemdeki başka bir Poulo Coelho romanı, Portobella Cadısı. Yazarın dilinden üslubundan diğer kitap yorumlarında sıkça bahsettim. Ve yazdığı kitap sayısı çok olsa da birçoğu aynı konu etrafında dönüyor. Aynı mesaj ve aynı düş. Fakat kendisinde beni çeken bir güç var. Bir grup okurun yeni şeyler üretmediği ve her kitabında kendini tekrar ettiği yorumlarına ben de katılsam da her kitabında başka bir tat bir sır bulabiliyorum.
Eğer spiritüel düşünceler ilginizi çekmiyor ise listedeki Poulo Coelho kitaplarının üstlerini çizebilirsiniz. Yazarda beni çeken başka bir yan ise; kitaplarında, doğunun ve özellikle Türklüğün gizemli dünyasına hayran olduğunu gözlemlediğim bölümler olması. Bu kitabındaki başkarakter olan Athena’nın içinde bir de ‘’Ayasofya’’ ismini verdiği kadın yaşar örneğin.
Yine kitaplarında Osmanlı hamamlarından bahsettiği gibi, bu kitabının başkarakterinin asıl isminin Şirin olması ve başka bir kitabını da elif adında Türk asıllı bir kızla paylaşması. Aslında kendi hayatında da izler bırakmış bu hayranlık. Okçulukla meditasyonun birleştiği oryantelist bir disiplin olarak adlandırılan spor ile uğraşıyormuş mesela.Zor bir yüzyılda yaşıyor olsak da Poulo Coelho, bize başka kapıların da olduğunu hissettiriyor.
Beyrutlu varlıklı bir sanayici ile eşi, Transilvanya’daki bir yetimhaneden ‘’Şirin’’ isminde bir bebeği evlat edinirler. Şirin ismi ile siyasi dünyada zorluklar çekebileceği endişesi ile de kızlarının ismini değiştirirler. Şirin artık Athena’dır. Yunanların bilgelik, akıl ve savaş tanrıçası.
Her ismin bedene ruh verdiği gibi Athena’ya da bir misyon yüklemiş olacak ki, Athena küçüklüğünden beri garip düşler görmektedir. Ailesi Athena’nın ‘’farklı’’ olduğunu hissetse de kızlarını herhangi bir yere yönlendirmeden, gözlemlemeye çalışmıştır.
Athena büyüdükçe içinde hep var olan coşkuyu kullanmayı öğrenmeye başlamaktadır. Dans etmekten müthiş haz duyan Athena, tanıştığı ihtiyar bir komşu ile kendini, ne yapmak istediğini keşfetmeyi öğrenmeye başlamıştır. Artık dans etmeyi başka bir boyuta taşımıştır ve dans ederek içindeki ”Verteks” olarak adlandırılan yere ulaşmaktadır. İçinde keşfettiği şeyleri insanlara anlatmak, öğretmek ve bu arada sürekli değişimi sürdürmek Athena’nın misyonu haline gelmiştir.
Gelişen olaylar içinde her zaman kendine has tarzı ile kendini keşfetmeye ve keşiflerini insanlarla paylaşmaya devam eden Athena’nın, kendi yolundaki bedelleri de ödemesi gerekmektedir. Benim fikrimce mutlaka okunması gereken kitaplar arasında yer alan bu eser sürükleyici kitaplar okumayı tercih eden okurlara da tavsiyemdir.
Anayurt Oteli – Yusuf ATILGAN
Türk edebiyatında; sürrealist, post-modern roman niteliğinde incelenen kitaplardandır Anayurt oteli ve bu bağlamda benzerine de nadir rastladık bu güne kadar. Kitap önerileri listemde herkese tavsiye edemeyeceğim sayılı kitaplardandır çünkü; karamsarlığı, cinsel sapkınlıkları, itici olaylarıyla bütün okurlara hitap etmeyeceğini düşünüyorum.
Fakat bir kısım okura da farklı bir tecrübe yaşatacak ve Zebercet’in ( başkarakter) her halinden kendi içinde yapacağı çıkarımlar, iç dünyasını biraz daha zenginleştirecektir. Yusuf atılgan; yabacılaşmayı, psikolojik çöküşleri, iç dünyalarında en uçta yaşayan sıradan insanları öyle gerçekçi betimliyor ki kitap bitene kadar iç sıkıntısı bir türlü geçmiyor okurun ve bu sayede faklı bir deneyim yaşatıyor okuruna.
Kitapta iç monolog ve bilinç akışı tekniği kullanması ve bu bölümlerde noktalama işaretleri kullanmayışı, sonu olmayan cümlelerin çokluğundan dolayı okuması bazı zamanlar hayli zorlaşıyor ve bu karmaşık yapı, kitabın ve başkarakterin ruhuna çok yakışıyor. Olay örgüsü her ne kadar kronolojik gidiyor gibi görünse de Zebercet’in iç konuşmalarıyla zamanda sürükleniyoruz.
Kitabın genel yapısı, karakterin kişiliği ve etrafta yaşanan olayların rahatsız ediciliği karanlık bir yapıya sahip fakat yazar okurunda bunları sevmeme güdüsü yaratıyor. Her ne kadar kitap hakkında hikayesinin içeriği açısından çok fazla eleştiri olsa da yazarın yazdığı şeyleri okuruna sevdirme eğilimi olmaması benim açımdan bütün eleştirileri sıfırlıyor. Zebercet öyle itici tasvir ediliyor ki yaşadığı, düşündüğü, istediği, hayal ettiği hiçbir şey çekicilik dürtüsü uyandırmıyor.
Yazar bunu her ne kadar başarıyor olsa da bu kitap da okuma yaşı olan kitaplardan fikrimce. Bir dönem 100 temel eser arasında olmasına rağmen çocukların ve gençlerin okumamasında fayda olacak, fakat yetişkinlere farklı pencereler açacak olan, psikolojik kitap önerilerimdendir kendisi. Evet, kitap içinde anneye ve babaya olan duyguların insan hayatındaki önemi, yalnızlaşmanın ve yabancılaşmanın nedenleri ve insan hayatına etkisi gibi pek çok psikanalitik unsur barındırıyor. Kararınız okumak yönündeyse, okurken sinir olacağınız kadar duyguları kaliteli aktaran bir esere hazır olun ve etkisinden kısa zamanda (!) kurtulun…
Başkarakter Zebercet, babasından kalan imgeler dolu Anayurt otelini işletmektedir. Zebercet; bütün hayatını bu otelde geçiren, toplumdan uzak, ruhsal sorunları olan bir karakterdir. Monoton günlerinin birinde otele bir kadın gelir ve bir gece kalıp gider.
Kadın, Zebercet’in imge dünyasında öyle yer eder ki; içinde tuttuğu, bastırdığı dürtüleri ortaya çıkar ve başkarakter bu arzularla normal bir hayat sürdüremez hale gelir. Cinayetler, tecavüzler, sapkın hayal dünyalarıyla örülü bir hayat sarmalı içinde sona yaklaşan Zebercet, kendi içinde savaştığı karanlıktan yine kendi karanlığıyla kurtulur.
Her ne kadar mümkün değilse de keyifli okumalar…
Kabuk – Zeynep KAÇAR
Uzun zamandır bu kadar etkileyici, absürt, orijinal, kaliteli bir dil, üslup, kurgu, beyin, yürek ile yazılmış bir kitap ile karşılaşmamıştım. Bahsi geçen kitap, yazarın ilk kitabı. Öncesinde oyuculuk ve oyun yazarlığı yapmış olan yazar, göz dolduran bir birikimle başlamış roman yazarlığına.
Yeni çıkan romanlar arasında 2017’nin en başarılılarından. Yazarın dili ağır değil, fakat üslubu ve kitabın hikayesinin zaman kavramı açısından beyin bulandırıyor. Fakat enfes bir beyin bulanması, haz veren bir karışıklık, tatlı bir depresiflik söz konusu. Kitabın neredeyse ilk elli sayfasında karakterleri çözmekte zorlanabilirsiniz ki ben kendimi yıpratmak suretiyle çözümü aile ağacı oluşturmakta buldum ki size de tavsiyemdir.
Yalnız kafanızda yine soru işaretleri oluşacaktır ki onları oldukları yerde bırakın lütfen, kendinizi bu deli kadınların anlatılarına bırakın. Yazar, bu soru işaretlerini kendisi zamanla tek tek çözecek zaten. Zeynep Kaçar, Bir ailenin üç kuşak kadınlarını, kendi ağızlarından, bir zaman düzleminde gitmeyerek, herhangi bir sıra takip etmeyerek anlatıyor.
Öyle ki anneanne, anne, büyük teyze, küçük teyze, kız kardeş torun hepsi bir ağızdan feryat ediyor. Sabiha’nın güzelliğine, Sezin’in intihara, füsun’un kilolarına takıntısı. Hepsinin de sancılarla dolu otuz üç yaşları. Temelinde yatan sevgi açlığı, anneden kıza bir türlü geçiremedikleri sevgi.
Anneden kıza sevgi dışında geçirdikleri, deli halleri, çıkmazları. Tam bir cümbüş… Ailenin erkekleri öyle silik ki, kimi zaten çoktan gitmiş, kimi var ama senaryoya dahil değil, kimi de senaryoya girebilmenin bedelini çok ağır ödemiş. kendisi cinsiyetçi bir kitaptır bana göre, tam bir ”kadın kitabı”dır. Bu kavram bana ait olup çok az kitap ve yazarı girebilmiştir bu kavramın içine.Kitap önerileri listemde mutlaka okunması gereken kitaplar arasına koyduğum şiddetle tavsiye ettiklerimdendir.
Kırım göçmeni bir ailenin iki kızı Sebiha ve Saliha. Saliha; kız kardeşinin aksine normal bir aile hayatı olan güzel yemekler yapan kızlarıyla ve kocasıyla sıradan bir hayat geçirmekte. Sebiha ise; güzelliğine takıntılı, kocası (ona göre) çirkin bir kadınla kaçmış, kadın olmanın anaçlığından çok uzak, yemek yapmaktan ve yemekten nefret eden, uyumak için yaşayan, deliliğin yamaçlarında gezinmekte.
Sebiha’nın yemek ve sevgi için teyzelerini sığınak olarak gören çocukları Muhsin ve Sezin. Hikayeyi çocukken terk etmek zorunda bırakılan, ipte yürümek zorunda kalan cambazı Muhsin, ve annesine benzememek için çok iyi yemekler öğrenen, hüznünü ölene kadar taşıyacak olan, sevgi almadığından vermeyi bilemeyen, histerik ve intihara meyilli Sezin.
Sezinin ilk bebeği, göz bebeği, en sevdiği, Semiş; hayali ablasıyla ve histerik annesiyle büyüyen, annesinin ablasına verdiği sevgiden kendisi hiç nasiplenememiş Füsun. Sevgi açlığını doyurabilmek için aldığı kilolarıyla Füsun. Çekirdek ailesinden kimse kalmayınca; bir gün uyuyup bir daha uyanmayan anneannesini bir odada bekleten, fakat çok güzel yemekler yapan büyük teyzesiyle birlikte yaşayan Füsun. Ve hayatın ona Efsun’u, küçük teyzesini getirmesiyle kabuğundan çıkan Füsun.
Düğümün tam merkezindeki Füsun. Düğümü artık her şey için çok geç iken çözebilen Füsun. Üç kuşak enteresan kadın kuşağının son meyvesi Füsun. Okumadan anlaşılamayacak, okurken anlaşılamayacak, ancak bu kadınların hikayesi bitince, hayretle, hüzünle, anlaşılabilecek enfes bir roman. Okunacak kitaplar listenizde olması dileği ile.
Ölü Ozanlar Derneği – N.H.KLEİNBAUM
Bazı kitapların belli yaşlarda okunduğunda etkisinin ve katkısının daha fazla olduğuna inanıyorum. Ölü Ozanlar Derneği de bu kitaplardan biri. Henüz değer yargılarımızın keskinleşmediği yirmi yaşımıza değmediğimiz ve algılarımızın açık olması için de on beş yaşından büyük olduğumuz bir zaman diliminde okuma şansına erişirsek eğer, bu kitap ölene kadar bizimle birlikte olacaktır.
Okumak için geç kaldıysak da kitapta bahsi geçen mesajları ebeveyn olarak uygulama durumu elde edeceğiz ki bu kadar katkı bile okunmaya değer olduğunu gösteriyor. Kitap önerileri listemde, yol gösterici, ışık tutan kitaplar arasındadır kendisi.
Başka bir açıdan, her şeyin yolunda gitmeyebileceğini ve bu durumdaki insanların sergilediği davranışların her zaman güçlü ve doğru olamayacağını gösterir kitabın kurgusu okura. Peki ya güç durumlarda doğru davranış sergileyemeyen insanları buna sürükleyen nedir?
İşte bunun cevabı da gayet açık verilmiş kitapta. Kitabın dili oldukça sade hatta edebi bir dil olmadığını söyleyebilirim. Edebiyatı yazarın dilinde değil de konunu içindeki şiirlerde bulabiliyoruz. Olayların akışı yönünden ve sona doğru yaklaştıkça sarsıcı gelişmeler yönünden sürükleyici kitap önerileri arasında değerlendirebiliriz.
Son olarak; çok geçmeden, hayattaki değerlerimiz ve yargılarımızı kesinleştirmeden mutlaka okunması gereken ve küçüklerimize okutulması gereken kitaplardan olduğunu düşünüyorum.
Hikaye, İngiltere’de zengin ailelerin çocuklarının gittiği yatılı Welton Akademisi’nde geçmektedir. Okul, oldukça disiplinli bir okuldur ve birçok doktor, öğretmen vs adayı mezun eder. Böylesi disiplinli ve katı kuralları olan bir okulda sıkıcı ve zorlu derslerle vakit geçiren ve ailelerinin seçtiği mesleklere ilerleyen bir grup öğrenci yeni edebiyat öğretmenleriyle farklı deneyimler yaşamaya başlar.
Öğretmenin hayat anlayışı, öğretme metotları ve öğrettiği şeyler diğerlerinden çok farklıdır. Hikaye, her biri farklı karakterde olan küçük bir grup öğrenciyi ve bu edebiyat öğretmenini anlatır. Kendisi de bu okuldan mezun olan öğretmenlerinin eski yıllığını bulan öğrenciler, yıllıkta bahsi geçen ‘’Ölü Ozanlar Derneği’ni görünce hikaye başka bir yola girmeye başlar.
Bu eski ve gizli derneği yeniden faaliyete geçirirler ve özetle, hayatlarında bir felsefenin etkisiyle hareket etmeye başlarlar. ‘’Carpe Diem’’ Anı yaşamanın ve kendileri olabilmenin hazzını yaşayan öğrencilerin ve bunu onlara öğreten öğretmenlerinin, ailelerine, okul yönetimine, kendilerine ve birbirlerine karşı ödemeleri geren diyetler, beklenen hikaye akışını tamamen alt üst edecektir…
Genç Werther’in Acıları – Johann Wolfgang von GOETHE
1774 yılında yazar, 25 yaşındayken 6 hafta gibi bir sürede yazmış bu kitabı. Dünyaca ünlü Goethe, kendi hayatından esinlenerek yazdığı ilk kitabı olan ‘’Genç Warther’in acıları’’ile şöhreti yakalamıştır ki yaşı itibariyle dünya genelinde nadir gelen bir şöhrettir bu.
Kitap, başkarakter Werther’in hayali arkadaşı Willhelm’e yazdığı mektuplardan oluşmaktadır. Ve olaylar yaşanıp bittikten sonra hikayeyi bu hayali arkadaş kaleme almıştır. Kısa sürede en çok okunan kitaplar arasına girmeyi başarmış ve romandaki karakter o yılların gençliğine hem tarz hem duygu olarak öncülük yapmıştır.
Hatta dönemin ileri gelenlerince tehlikeli bulunan bu -gençleri peşinden sürükleme- durumundan dolayı başka bir yazar ‘’Genç Warther’in Neşeleri’’ şeklinde bir hiciv kaleme almış her iki kitap da oldukça ses getirmiştir. Yazar, yaşının henüz duygu-bunalım çağına yakınlığından ve çok kısa süre önce kendisinin de hikayesindeki aşkı yaşamasından kaynaklı, bir çok gencin yaşadığı acıları çok gerçekçi tasvirlerle kaleme almıştır.
Romantik kitap önerileri veya psikolojik kitap önerileri arayan okurlara, belki yirmili yaşlarından sonra okumaları, tavsiyemdir.
Şehir hayatının buhranından ve kendi içindeki bunalımdan kaçmak isteyen bir hukuk öğrenci olan Warther’in doğa ile yakın olabileceği küçük bir kasabaya taşınmasıyla başlar hikaye.
Werther, hayali arkadaşı olan Willhelm’e yazdığı ilk mektupta yaşadığı içsel bunalımlarının devam ettiğini ancak doğa ile iç içe olmanın ona iyi geldiğini anlatır. Ardından Lotta adında nişanlı bir kızla tanışır ve etkilenir. Lotta ile aralarında sıcak bir dostluk başlar fakat Warther’in aşkı da her vakit geçirdiklerinde daha da güçlenir.
Lotta’nın nişanlısı kasabaya geldiğinde Warther’in acısı daha da yoğunlaşır çünkü her ne kadar Lotte’nin kafası biraz karışmış olsa da Albert ile aralarında güzel bir aşk olduğu görülür. Ayrıca Albert’in iyi bir insan olması Warther’i daha da derine sürüklemektedir. Yaşadığı aşkın yoğunluğu, içinde bulunduğu duygu bunalımı, yaşadığı şeyden duyduğu suçluluk ile Warther artık yeni bir yolda ilerlemektedir.
Oğullar ve Rencide Ruhlar – Alper CANIGÜZ
Özgün kelimesinin altını tamamen dolduran bir yazar ile karşı karşıyayız. Alper CANIGÜZ diğer kitaplarında olduğu gibi yine hayal alemindeki gerçekleri ya da gerçek alemin hayal alemiyle kesişimini sunuyor okurlara. Çerez kitap olarak adlandırılabilecek olan bu kitap, okurun içindeki çerez kitap aşkını kamçılıyor.
Kitabın konusundan dolayı polisiye kitap önerilerine dahil etmek gerekse de, kitabın orijinal kişiliği bence bu başlıklara sığmıyor. Keza; zevk almak, çevremizdeki ve içimizdeki dünyadan uzaklaşmak için birebir. Her dala atlayabilen, kimselere benzemeyen hayal gücü ile dikkat çekiyor yazar.
Edebi olarak nerelere koyabileceğimi bilemediğim enteresan, uçan-kaçan bir dile sahip ayrıca. Her seferinde başka bir fantastik dünyanın içinde olmak istiyorsanız Alper CANIGÜZ’ü değerlendirmenizi öneririm.
Alper Kamu; beş yaşında, farklı yöntemlerle ailesini anaokuluna gitmekten vazgeçirmiş, ailesi işteyken vaktini kitap okumakla veya mahalleden arkadaşlarıyla takılmakla geçirmektedir. Pek insan sevdiği söylenemese de komşusu Alev Abla ve birkaç yaşıtıyla vakit geçirmekten hoşlanmaktadır. Yine bir akşam hava almak için dışarı çıktığında balkonda olan Alev Abla’yı aşağı davet etmiş, apartmanın merdivenlerinde oturmaktadırlar.
Karşı apartmandan çıkan bir adam görmeleriyle büyük macera başlamıştır. Gördükleri fakat tanımadıkları adamın ardından, karşı apartmanda oturan Hicabi Bey’in penceresinden eşyalar atılmaya başlar. Hemen olay yerine iştigal eden Alper Kamu, evin içinde Deli Ertan’ın çılgınca hareketler yaptığını görür. Ve daha fazlası, Hicabi Bey’in boğazı kesilmiş bir şekilde koltukta olduğunu görmesidir.
Fakat Alper Kamu, cinayeti Deli Ertan’ın değil de apartmandan çıkan o adamın işlediğini düşünmektedir. Olayın şahidi olduğu için gittiği karakolda ifade veren karakterimiz, gördüğü adamdan bahseder, fakat Alper Kamu’nun okları kendisinin ve diğer çocukların baş belası olan Gazanfer’i işaret eder.
Kendi içinde bir adalet sağlamak istemiştir de sonunda yine Gazanfer’in gazabı olmaktan kaçamaz. Yine de cinayetin peşini bırakmayacak ve ardından yaşanan olaylar silsilesi ile, beş yaşında bir çocuk olan Alper Kamu’nun peşinden sürüklenecek olan okur, Alper’in hızına yetişmek İçin fazlasıyla efor sarf etmesi gerekecektir. Yeni bir yetenek ile tanışmak isterseniz listenizdeki okunması gereken kitaplar arasında olsun.
Keyifli okumalar…
Puslu Kıtalar Atlası- İhsan Oktay ANAR
Bir felsefeci olan İhsan Oktay ANAR yazdığı ilk kitapta gerçek ile düşü felsefe ile tarihi birbiri içinde yazmayı başarmış bana göre tek Türk yazardır. Bu anlamda felsefi kitap önerileri isteyen okurlara da bir cevap niteliğindedir. Kitabı yazdığı 1995 yıllarında ve sonrasında en çok satan kitaplar listesinde kalmasından da anlaşılacağı üzere felsefeyi ve tarihi hikayenin ilginçliğiyle romanına yedirebilmiştir.
Bunların yanı sıra Kitapta muazzam bir dil zenginliği bekliyor okuru. Hikayenin içinde olan her bir karakter birbirinden bağımsız ve ilginç olaylar yaşarken, aslında her birinin yaşadığı olay başka başka alt mesajlar için kurgulanmış olduğu görülüyor.
Olay örgüsünün içinde karakterlerin başına gelen durumlar arasında sürüklenirken, apansız kalıveriyorsunuz size anlattığı asıl portreyi fark edince. Mesela oğlunun kendi hayalini yaşıyor olması farkındalığını yaşarken, birden bire beliren ‘’aslında her şey Uzun İhsan Efendi’nin zihninde yaşanıyor’’ duygusuyla ürperiyor okur. Başka bir durum ise kitapta başkarakter veya yan karakter durumu herkese göre değişkenlik gösterebilmesi ki karakterlerin her birinin bir diğeri kadar yeri var hikayede. 1600’lü yılların eski İstanbul’unda yaşanmış düşler ile gerçeklerin dans ettiği bir edebiyat- felsefe şenliği. Okumadan ölünmemesi gereken kitap tavsiyelerimdendir.
Denizcilikle hayatını kazanan Arap İhsan Efendi, esir aldığı kölesi Alibaz ile birlikte İstanbul’a yeğeninin yanına gitmesiyle başlar hikaye. Yeğeni Uzun İhsan Efendi, cesaretsizliği nedeniyle dünyayı gezemese de, şurup içip istiareye yatarak ve düşlerinde dünyayı gezerek bir dünya atlası çıkarmakla geçirir neredeyse bütün ömrünü. Arap İhsan Efendi, kendisini kurşundan koruyan bir kitabın çevirisini yaptırmak için, kapanmamış bir hesabı olan Kubelik adlı zatı aramaya koyulur. Ki İstanbul’a gelme sebebi, esir aldığı çocuğu yeğeninin yanına bırakmanın yanı sıra bu kitaptır.
Kubelik ise; insan anatomisi atlasını çıkarmaya çalışan bir deli-bilim adamı, bilgi meraklısı ve bu merakının sonu ölümle biten bambaşka bir hikaye içinde hikaye.Arap İhsan Efendi’nin kitabını çevirdiğinde bir sürprizle karşılaşacak olan okuru şimdiden uyarmakta fayda var.
Kitapta bir lakapla karşılaşılan yazar ve çevirisi yapılan kitabın asıl ismi, romanın ana çatılarından birini oluşturmaktadır. Ardından yaşanan olaylar ve oluşturulan senaryonun içinde dikkat edilmesi gereken karakter ve olaylar oldukça etkileyicidir.
Uzun İhsanın, kendisinin tersine dünyanın içinde olan oğlu Kubilay, Kubilay’ın mücadele içinde olduğu Ebrehe, peşinde olduğu fakat Kubilay’ın eline geçen kara para. Dilenciler loncasının başındaki isim Hınzıryedi ve Kubilay’ın babasını aramak için içlerini sızdığı dilenciler aracılığı ile yaşadıkları olaylar silsilesi.Ve bir maymun. Kitabın sonu ise ezber yıkan sonlardan, gerçek sürpriz ile karşılaşmayı bekleyenleri hayal kırıklığına uğratmayacağı garantisi ile…
keyifli okumalar…
Veronika Ölmek İstiyor – Paulo COELHO
Kitap önerileri listemde bu kadar çok kitabına yer verdiğim tek yazar Paulo COELHO. Aslına bakarsanız; yalın diliyle pek de edebi sayılmayan, bir bilemedin iki günde rahatlıkla okunabilecek kitapları, beni her seferinde yazara daha da yakınlaştırdı. Başka bir açıdan bakarsak yazar; okuruna sınır koymuyor, anlatmak istediği şeyleri süsleyerek, basit bir hikayeyle sunuyor.
Kimseyi yormadan, keyifle, hazla başarıyor bunu. Coelho’nun bu kitabını diğerlerinden ayıran bir durum var ki o da kendisinin ilk gençlik yıllarında ailesinin isteği ile üç kez psikiyatri merkezine yatırılmış olması. Hikayesinin konusunu kendi kişisel deneyimlerinden, hislerinden yola çıkarak anlatabilmesi, kurguyu gerçeğe yakınlaştırmasında çok etkili olmuş.
Delilikle akıllılığın (!) arasındaki o göremediğimiz fakat gerçekten çok ince çizgiyi görmek, ‘’son gününmüş gibi yaşa’’ felsefesini hep duyup aslında hiç hayata geçiremediğimizi fark etmek için bile okunması gereken kitaplar arasında Veronika Ölmek İstiyor…
Hikayenin ana karakteri Veronika, dışarıdan bakıldığında isteyebileceği birçok şeye sahip, ilgi odağı, güzel bir kızdır. Fakat iç dünyasında öylesine yalnız ve amaçsızdır ki ölmeye karar verir. Bunu bir avuç dolusu ilacı tek tek alarak, bilincini yavaş yavaş kapatarak yapar.
Fakat istediği şey olmamıştır ve gözlerini bir akıl hastanesinde açar. İçtiği ilaçlardan dolayı bir süre komada kalan kızı, akli dengesini kaybettiği gerekçesiyle ailesi bir akıl hastanesine yatırır. Veronika, hastanede kaldığı süreç boyunca tanıdığı insanlarla, içinde kaybolan yaşam kıvılcımını tekrar bulmuştur ve hatta aşkı da. Fakat mücadele etmesi gereken başka bir durum daha vardır.
İçtiği ilaçlar sayesinde rahat ve hızlı bir ölüm amaçlamıştır. Amaçladığı ölüm yine o ilaçlar sayesinde gelmektedir Veronikaya fakat yavaş yavaş. Tüm dengeler; istekleri, korkuları, içinde bulunduğu durumla birlikte değişen Veronika ile birlikte hatırlamamız gereken önemli ayrıntıları sunuyor kitap okuruna. Kitap önerileri listemdeki sürükleyici kitap önerimdendir.
Keyifli okumalar…
Od – İskender PALA
Kitap önerileri listemin Türk edebiyat tarihinde yeri olan bir başka yazarı ise İskender Pala. Kendisi zaten edebiyat fakültesi mezunu, doktorasını divan edebiyatı üzerine yapmış, okullarda okutulan dil bilgisi kitaplarının yazarlığını üstlenmiş, hayatı boyunca edebiyatın içinde kalmış bir yazar. Edebiyatı öğrenmiş ve öğretmiş olduğu zaten kitaplarında fark ediliyor.
Türk edebiyat tarihi konusunda da söz sahibi olan yazar, kitabında yunus’un hikayesini anlatmış. Yunus ile birlikte Tasavvuf geleneğini kelimelere nakşetmiş olan yazar,anlattığı inancın ruhunu okura geçirebildiğini düşünüyorum. Dönemin kaynaklarının yetersizliğinden, yunus’un hayatı hakkında çok kısıtlı bilgi olmasına karşılık, yazarın bize sunduğu hikaye oldukça dolu dolu.Bu durum kitabın oldukça fazla eleştiri almasına karşılık, kitabın bir biyografi kitabı olmayıp, kurgusal bir roman olması açısından bence bir yanlış arz etmemekte.
Fakat benim için sorun arz eden başka mesele, yazarın kitabını yayınladığı dönem bir başka Türk yazarın da Mevlana’yı konu alan bir kitap yazması ve bu konuların, Türk halkının değer verdiği inançların ve insanların yer aldığından kaynaklı ‘’garanti tiraj’’ olarak görülmesi. Yazarlar böyle görüp, düşünüp mü yazdılar bilinmez fakat benim hislerim bu yönde. Beni irite eden bu düşüncenin dışında, Od okunması gereken kitaplar arasında.
Hikaye; Molla Kasım’ın eline geçen sayfalarca şiiri, beğenmediğinden, ya da şeriata uygun olmadığını düşündüğünden ( ki bu tarihte de bilinmiyor) yakmasıyla başlar. Molla Kasım şiirlerin Yunus deneA bir zata ait olduğunu öğrenince onu tanımak ister ve Yunus’un yanına gider. Yunusla karşılaştıklarından itibaren yaşanan diyaloglarla, yunus kendi hayat hikayesini anlatmaya başlar.
Kitabın bu kısmından itibaren, en başından Yunus’un hayatının içinde bulur okur kendini. Ailesine olan bağlılığına ve yıllarca ailesinin son kalan ferdini arama hikayesine, bulunduğu dergahlara ve sonunda kendi dergahını kurmasına şahit oluruz.
Yunus hakkında bilinen çok az bilgiden bir tanesi yıllarca bir dergaha odun taşıdığıdır ve kitabının ismi de buradan gelir. Od-un. Yunus’un içindeki ateşi böyle keşfettiği söylenir ve yazar kısıtlı bilgi ile parçaları çok güzel birleştirmiştir. Yazıldığı dönem Türkiye’de en çok okunan kitaplar arasında yer alan fakat ışığı çabuk sönen, okurun ruhuna hitap edebilecek bir kitaptır fikrimce.
Nar Ağacı – Nazan BEKİROĞLU
Bazı kitaplara sadece yazarın üslubu değer katar. Genel kültürü, dünya ve tarih hakkında bilgisi gibi unsurlar da eklenince anlattığı hikayenin bir önemi kalmaz aslında. Ne anlatsa okuruz, dinleriz, etkileniriz… Nar Ağacı’da bu kitaplar arasında bence. Nazan Bekiroğlu’nun edebiyatının ve üslubunun özgünlüğü ona ait okuduğumuz tek paragrafta bile kendini gösterir.
Nar Ağacı; uzun, hikayesi farklı zamanlarda ve farklı dönemlerde geçmesi açısından yorucu, savaşların ve tarihin anlatıldığından kaynaklı kasvetli bir roman. Bir de yazarın dilinin kıvrak olmasının getirdiği betimlemeler, tespitler eklenince roman iyice ağırlaşıyor.Fakat bir o kadar da çekicileşiyor.
Yazar, kelimelerle okura hikayeyi yaşatma konusunda da oldukça başarılı ki gidip görmediğimiz topraklara bile yabancı olmuyoruz hikayede. Dramatik kitap önerilerine ve tarih kitapları önerilerine verebileceğim güzel bir örnek. Başka bir taraftan; diyorsanız ki hikaye bana fark etmez, yeter ki edebiyatıyla ve diliyle beni etkilesin, kesinlikle okunacak kitaplarınız arasında olsun.
Hikaye, kendisini kaleme alanın dedesinin ölmesiyle başlar. Dedesinin ölmesinin üstünden geçen iki günün ardından, dedesinin memleketinden gelen bir mektupla köklerini araştırmak için atalarının memleketine gider yazar. Yaşayan yakın bir akrabasını bulup, dedesinin Trabzon, Tebriz, Tiflis ve Batum arasında savaş sırasında yaşadığı dramatik aşk ve hayat hikayesini öğrenir.
Dedesi Setterhan, babası ile birlikte halı ticareti yapmaktadır ve yine bir halı teslimatı sırasında tanıştığı arkadaşını memleketi olan Taht-ı Süleyman’a davet eder. Kendi elleriyle aşkının sonunu hazırlayan Setterhan; aşkın, ihanetin, sadakatin, yol arkadaşlığının, vatan özleminin, savaşın ve çaresizliğin izlerini memleketinden çok uzaklarda, bizim topraklarımızda Trabzon’da kendi ile birlikte toprağa götürür.
Ta ki torununun bir mektup ile birlikte soyunun izini sürmeye karar vermesine kadar. Nar Ağacı; kitap önerileri listemin, edebiyatı doruklarında aktarabildiğine inandığım nadir kitaplarındandır. Sıradan diyebileceğimiz bir aşk hikayesini bu kadar zenginleştirebilmek de ancak Nazan Bekiroğlu’nun kaleminin zenginliğine yakışır.
Keyifli okumalar…
Dönüşüm – Franz KAFKA
İlk olarak, bu uzun hikayeyi anlayabilmek için yazarın hayatını, kişiliğini ve ruh halini incelemek gerekiyor diye düşünüyorum. Aslında bu bütün kitaplar içinde az çok gerekli ama söz konusu ”Dönüşüm’’ ve Franz Kafka olunca, fikriyat oluşturmadıkça okumamak daha iyi.
Kitapta toplam 6 karakterle karşılaşıyoruz. Ve bir sabah böcek olarak uyanan gençle hikaye başlayıp kısa süre sonra ölmesiyle son buluyor. Peki yazıldığının üzerine neredeyse asır geçmesine rağmen, sayfalarca ve her biri farklı eleştiri yazılabilmesinin açıklaması ne olabilir ? Yazarının ta kendisi.
Eğer ki; kişi ve toplum kavramlarında kafanızda soru işaretleri varsa, toplumun kişiye, veya kişinin kendisine verdiği değer unsurları size de ters geliyorsa, anlamsızca para kazanıyorsanız, ve bulunduğunuz çarkın dişilileri arasında ezildiğinizi hissediyorsanız, alternatif yol sizi karamsarlığa götürmekten başka kapı açmıyorsa, okuyabileceğiniz en iyi kitaplardandır ‘’Dönüşüm’’.
Kafka; varlıklı bir ailede akıl ve ruh karmaşası yaşayan, babası ve onun otoritesi tarafından sürekli ezilen, ailesiyle birlikte yaptığı işten kaynaklı tüccar bir hayatın içinde, melankolik ve sanatçı bir ruhla yapayalnız kalmış meğerse. Üstelikte Yengeç burcu =) defalarca aşk ilişkisi içinde bulunmuş, aşklarını coşkulu ve sancılı yaşamış, nişanlısıyla evlenmemiş, sevdiği kadınla kavuşamayıp sadece mektuplarla aşk yaşayabilmiş, evlenip çocuk sahibi olamamış fakat evlenmediğinden çocuğu olmuş, zaten o çocukta 9 yaşında ölmüş. Dönüşüm ile birlikte diğer yazdığı kitapları da kendisi hayattayken basımını hiç düşünmeyen yazar, ölmeden öce hepsini yakın arkadaşına teslim etmiş ve hiçbirini yayınlamamasını istemiş.
peki yayınlanmamasını istediği eserleri neden birine teslim etmiştir? Kitaplarında ve gerçek hayatında diğer insanlarla hep negatif ilişkiler kurabilen yazarın arkadaşının öldükten sonra kitaplarını yayınlatması da düşündürücüdür bana göre.
Fakat iyi ki arkadaşı, Kafka’ya verdiği söze ihanet etmiş, biz okurlara Kafka’nın dünyasını vermiştir bana göre. Karamsarlık, melankoli ölene kadar en iyi hissettiği duygular olan Kafka, absürt roman dediğimiz akımının da asırlardır temsilcisi olarak bilinir. ‘’Dönüşüm’’ içinde tek bir olay barındıran fakat çok fazla imgeleme, taşlama, tespit barındıran bir öyküdür. Yazarın ne anlatmak istediği asla bilinmez ama okurun fazlasıyla sorgulayıcı olmadığı takdirde doyumsayamayacağı bir öyküdür.
Gregor Samsa ailesine maddi olarak bakmakla yükümlü, çalışma şartları zor olan ve patronu insani değerleri olmayan bir iş yerinde çalışan bir gençtir. Yine çok yorgun olduğu bir gece uykuya dalar ve sabah bir böcek olarak uyanır.
Yıllardır baktığı ailesi ilk etapta yaşadıkları şoku atlatınca; annesi Gregor’dan tiksinir odasına bile girmez, babası sadece döverek iletişim kurar ve kız kardeşi bir süre Gregor’un bakımını üstlenir. Fakat yalnızca bir süre. Gregor artık ailesine fayda sağlayamaz ve bu en yakınlarıyla ilişkilerini tamamen dönüştürür. Aile Gregor’u evden atma kararı aldığında ise, hizmetçileri oğullarının zaten öldüğünü ve onu çöpe attığını söyler. Yazılanlar sadece bunlar, satır aralarını okumak okurun sorumluluğudur.
Kitap önerileri listemde çok az yer verdiğim klasik kitap önerilerinden olan ”Dönüşüm” okurun karanlık iç dünyasında çok değerli yer edinecektir mutlaka.
Keyifli okumalar…
Tanrı Daima Tebdil-i Kıyafet Gezer – Laurent GOUNELLE
Kitapları çok yaftalamam, yazarından kaynaklı bile olsa ön yargı ile bakmam, kişisel gelişim kitapları hariç. ‘’Ben Dünyanın En Zeki İnsanıyım’’ yaftaladıklarımdan biridir mesela. İçinde madde madde öğütler vardır. Basmakalıptır, kişiye, ne yaşadığına ve kişiliğine göre değişmez. Tek ve mutlak doğrular vardır bu kitaplarda ve bana göre ütopiklerdir. Ve daha da kötüsü sıkıcı, çekici olmayan, ışığı sönük..
Bir de bizim gibi sabit fikirli zatlara hikayeyle, ruhla ve duyguyla harmanlayıp yediren muzip yazarlar vardır. Paulo Coelho mesela. Laurent Gounelle mesela. İşte bu ismi gibi öyküsü ve mesajları da şahsına münhasır olan kitap da bu kamufle olmuş kişisel gelişim kitaplarına hakkını veren bir örnektir.
Yazar, insanın eksilerini, korkularını, zaaflarını, zayıflıklarını iyi biliyor. Ve daha da güzeli bunlarla nasıl başa çıkması gerektiği hakkında yol gösteriyor. Kitap uzun bir kitap fakat durağan olmadığından dolayı sıkılmanızın zor olacağını düşünüyorum. Dili yalın, anlatımı temiz, hikayesi sürükleyici.
Yetersiz olduğu nokta ise, herkese hitap edemeyişi. Eğer sizin hayatınızdan izler bulabilirseniz, şanslısınız. Yazarın ve başkarakterlerin izini sürün. Yine şanslısınız ki intiharın eşiğine gelmek zorunda kalmayacaksınız Alan’ın aldığı dersleri alabilmek için =)
Hikaye Paris’te, Eiffel kulesinde başlar. İçine kapanık, çekingen, çalışkan fakat girişken olamayan, terk edilmiş bir karakter olan Alan Greenmor intihar etmek üzere Eiffel kulesine çıkar. Güzel bir tesadüf ile yanına gelen Dubreil, Alan’ı intihar fikrinden vazgeçirir ve bir anlaşma yaparlar. Yaşlı, zengin bir adam olan Dubreil, bundan sonra kendisinin söylediği her şeyi yaptığı takdirde ona huzurlu ve rahat bir hayat vaat eder.
Ölüm düşüncesine kadar gitmiş olan Alan, kaybedecek herhangi bir şey görmediğinden kabul eder ve görevlerle devam edecek hayat böylelikle başlar. Hikayenin sonunda bir de bonus sürpriz beklemektedir okuyucuyu. Her bir görevin bir adım atmak olduğunu okurken göreceğiniz ve ‘’neden olmasın? ‘’ gibi cesaret ve güven gerektiren soruyu kendinize sorabileceğiniz bir yol gösterici.
Keyifli okumalar…
Ruhi Mücerret – Murat MENTEŞ
Murat Menteş’in beyninde dolaşma fırsatı veren 3. Kitabı. Kendisi son çıkan kitaplardan. Yerli güncel kitap tavsiyelerinin başında gelen, Türkiye’de bir süredir var olan kara mizah olarak adlandırılan nadide kitaplardan. Murat Menteş’i seven kitaplarının sayfalarıyla aşk yaşarken sevmeyeni tahammül edemiyor. Zaten yazarın tarzı da tam olarak bu.
Hikayelerinde, aforizmalarında, isim uyarlamalarında ve benzetmelerinde kendini asla sınırlamıyor, aşırılıktan zevk alıyor. Kitaplarında; hikaye ve karakterler kendi aralarında müthiş bir ritmle dans ederken, kelimeler başına buyruk, hoyrat, kendi horonunu tepiyor. Okurun bu karmaşaya alışma süreci olumlu geçerse işte ancak o zaman tanışıyor bu eksantrik hikayelerin yazarı ile. Edebiyatın evrilmesine de şahit oluyoruz aslında bu son dönem kaliteli yazarlarımızla.
Bir Ahmet Hamdi Tanpınar gibi değil fakat farklı bir lezzet, zengin bir dil, hınzır bir zeka. Murat Menteş ise bu bahsettiğim yeni akımın bayrak tutanlarından fikrimce. Hikayeleri içinde farklı tarzları barındırıyor fakat tam olarak hiçbiri ile anamıyoruz yazarımızı. Polisiye, bilim-kurgu, psikolojik, mizah-kara mizah, hepsi ile birlikte çıkıyor yola Murat Menteş.
Ruhi Mücerret ise ilk başta kapağı ile konuşulan -ve yine öz fikrimce heyecanlı, beni neyin beklediğinin habercisi olan başarılı, anlamlı bir kapak- ardından olayın hem absürtlüğü bir o kadar da gerçeğe yakınlığı ile anılan, yine her zamanki gibi karakter isimleriyle okuru kıs kıs güldüren, aslına bakarsanız klasik bir Murat Menteş romanı. Sevmeyenine ısrar edemeyeceğim, fakat denemeyenine ‘’ölümü gör’’ safhasında baskı yapabileceğim, ruhlarımıza iyi gelebilecek, tatlı bir kitap.
100 yaşındaki son istiklal gazisi bir adamın; sıra dışı, ilginç, keyifli, hüzünlü, absürd, kan donduran, yürek parçalayan, kafa bulandıran, akıl karıştıran, sersemletici hayat hikayesi…
Yine karakterler çok ilginç. Okurken alacağınız zevki azaltmamak adına sadece isimlerini vermekle yetineceğim. Cihan Kazanova, Masum Cici, Nazlı Hilal, Avni Vav, Serpil Silahlıperi ve diğerleri… Yine hepsi de enteresan maceraların peşinde, yine sıra dışı bir hikaye.
Ruhi mücerret, bütün şehirlerin kurtuluş günlerine onur konuğu olarak giden, bu sayede hayatının büyük bölümünü gezerek geçiren, bütün yakınlarının, eşinin, çocuklarının ölümünü izlemiş, acıyı hazmetmiş, artık ölmenin vaktinin geldiğini düşünürken… 100 yaşında bir adam daha ne yaşayabilir diye düşünürken kendini bulduğu hayat, mutlaka okunmaya değer…
Keyifli okumalar…
Sineklerin Tanrısı – Wıllıam GOLDING
Öyle bir kitap ki basım aşamasında yayınevlerinin itirazları yüzünden yığınla sıkıntıyla karşılaşıyor fakat basımından sonra Nobel edebiyat ödülü kazanıyor. Çünkü hiçbirimizin kabul etmek istemediği gerçekler var kitabın içinde. Dünyada en iyi kitaplar arasında parmakla gösterilmeyi başarmış olan Sineklerin Tanrısı’nda neler var bir bakalım.
Modern hayatın insanlığa sunduğu kalıp yargılar, insanın doğasında bulunan iyi ve kötü kavramları, doğuştan getirdiğimiz ilkel güdüler, -liderlik, gücü elde etmek veya elde tutmak için – yapılabileceklerin sınırı, insan ilişkilerinin en doğal hali ve sonucu, dünyayı hakimiyeti altına almış belli düşünce akımlarının örneklerle eleştirileri (kominizm, demokrasi, faşizim)
Bunlar sadece benim tespit edebildiklerim. Kitap, okurunu bir çok noktasında rahatsız ediyor aslında ve bu yolla da soru sormaya, sorgulamaya yöneltiyor. Hikayesi oldukça basit fakat karakterler ve olayların içinde bir çok imgeleme görüyoruz. Okurken arka planı unutmayın derim. Yazarın edebi bir dilinin hiç olmadığını düşünmüyorum. Kitabın başlarında sıkılabilirsiniz, hatta son sayfasına kadar da sıkılabilirsiniz. Akıcı bir dili olduğunu söyleyemem, fakat keskin bir zekası olduğu kesin.
Sabırla okunması gereken kitaplardan kendisi. Sineklerin Tanrısı da kitap önerileri listemdeki diğer birkaç kitap gibi, kişilik tam oturmadan mutlaka okunması gereken kitaplardan. Ve hatta gençlere okutulması gerekenlerden.
Bu Hikaye bir adada başlar ve biter. Üstelik başlarında hiç yetişkin olmayan, okul çağındaki 12 çocukla. Bu çocuklar, nükleer saldırı nedeniyle güvenli bir bölgeye götürülmek üzere bir uçak yolculuğunda yaşanan kaza ile bu cennet adasına düşerler. Makinist ve diğer yetişkinler kazada ölür.
Ailelerinden uzakta, kendilerine karışacak hiç büyük olmadan, denizin ve ormanın buluştuğu bu doğa harikasında, her biri başka yere dağılır mutluluktan. İçlerinden sadece domuzcuk lakaplı, o meşhur gözlüklü ve şişmanca çocuk tedirgin olmayı aklına getirir ve kısa zamanda arkadaş olduğu Ralph’a bir an önce bir şeyler yapmaları gerektiğin söyler. Ralph; olayların akışıyla, adanın doğal lideri olacaktır fakat tabii ki kötülüğe daha yakın bir rakibi de hikayenin içine dahil olacaktır.
Hikayenin bu kısmından sonra olaylar gittikçe renklenir(!) ve durdurulamaz bir hale gelir. Canavarlar, yüzlerini boyayıp tanınmaz hale gelince özgür hisseden ve içindeki vahşeti çıkaranlar, taht kavgaları, yaşam mücadeleleri ile son sayfasına kadar tansiyon hiç düşmez. Tedirgin olmayı aklına ilk getirebilen domuzcuk, yaşadıkları şeyin ne olduğunu da algılayabilen belki de tek kişidir. Korktukları canavarın asıl kendi içlerinde olduğunu düşünür ve kendi kehanetiyle yüzleşir. Okur da kendi ilkel yaşama güdüsüyle…
Keyifli okumalar…
Huzursuzluk – Zülfü LİVANELİ
Zülfü Livaneli yaşadığımız toprakların acısını, hikayesini iyi biliyor. Aslında yerli yazarların okura dokunan en önemli noktası da bu olsa gerek. Ülkemizin de içinde bulunduğu Ortadoğu’nun her olayda, her seferinde yaşadığı hazin sonu anlatmış Livaneli Huzursuzluk kitabında.
Kitabın çıktığı dönem en çok okunan kitaplar ve en çok satan kitaplar arasına girmesinin nedeni de bu fikrimce. Yazarın dili sade üslubu temiz fakat hikayenin karmaşasıyla yorucu bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Bu tür dramatik olarak adlandırabileceğimiz kitaplarda sevmediğim tek nokta yazarın durumu ajite etmesidir ki Livaneli de bu dürtüye yenilmiş yazarlardan.Toplum olarak kendi acılarımızdan beslenmeyi sevdiğimizdendir belki uzun süre Türkiye’de popüler kitaplar arasında kalmasının açıklaması.
Tam da yeri gelmişken paylaşmadan edemeyeceğim bir bölüm var kitapta. Yazarın tespitinin çarpıcılığı insanı büyülüyor.
//// Harese nedir, bilir misin? Develerin çölde çok sevdiği bir diken var. Deve dikeni yedikçe ağzı kanar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. Kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz… Ortadoğu’nun âdeti budur, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.//////
İstanbul’da sıradan diyebileceğimiz bir hayat yaşamakta olan İbrahim, çocukluk arkadaşının ölüm haberini alır ve ailesini ziyaret etmek için memleketi Mardine gider. Çocukluğunun geçtiği şehirde arkadaşının trajik hikayesini öğrenir ve mardinden amerikaya dek uzanan aşk ve ölüm yolculuğunun peşine düşer. Hikayenin büyüsüyle sürüklenirken, arkadaşı Hüseyin’in aşık olduğu gizemli kadının bölümünde takılır kalır.
Hikaye; içinde, savaşın güçsüzler cephesinden sonuçlarını, en fazla nelere mal olabileceğini çarpıcı gerçeklikte barınıdır. Hüseyinin ailesinin, hüseyinin ölümünden önce ve sonra yaşadıkları aslında değiştirebileceklerimiz üzerine ışık tutabilecek nitelikte.
Işid zulmünü misliyle yaşamış olan ezidi kızı Meleknaz’ın nedendir ki hep yarım kalan hikayeleri. Okura şans kavramını sorgulatan, yanıbaşımızda yaşanan gerçek bir dramın hikayesi. Huzursuzluk duygusunu hissedebileceğinizin garantisini veren, başarılı bir Zülfü Livaneli romanı.
Keyifli okumalar…
Elif – Paulo COELHO
Kitap önerileri listeme aldığım diğer kitaplarının yanında biraz daha ışıksız, yavan kalan bir kitap olsa da Paulo Chelho kitaplarının hepsinin ayrı bir tadı olduğu benim açımdan aşikar. Kitabın adının kültürümüzde önem arz etmesi ve başkarakterinin bir Türk kızı olması, Türk okurunda bir çekim yarattı.Fakat konusunun reenkarnasyon olması aynı şekilde irite etmiş okuduğum yorumlara bakılırsa. Yine benim öz fikrim; Paulo Coelho’nun içinde barındırdığı felsefe hiçbir din, kültür veya hayat görüşünü ne tamamen kapsıyor ne de büsbütün karşı duruyor.
Bu yüzden önerim; elif romanında da, yazarın diğer romanlarında da sizin inancınıza uymayan bir çok öge bulunmasına rağmen her öykünün karakterlerinin özünü kavramaya çalışmanız. Saçma gelen inançlara takılmadan, seyir etmeniz. Ve aslında yazarın hiçbir inanışında bağnaz ve ısrarcı olmamasından kaynaklı, yazdığı romanların çeşitli inanç ve kültürler hakkında ufak bilgiler edinmek açısından da verimli olabileceğini düşünüyorum.
Biraz önce de değindiğim gibi yazarın diğer kitaplarının yanında biraz hafif kalsa da, içinde altını çizip, içimizi ısıtacak, umut verici, hiçbir şey için geç değil temalı pek çok cümle bulunuyor. Yapay kişisel gelişim kitaplarının Paolu Coelho’nun yanından bile geçemeyeceği kanaatinde olduğum için, okurun iç dünyasına, renk, ışık katacağına inandığım, tatlı, yormayan kısa bir öykü.
Üstelik Yazarın kendi öyküsü ( ne kadar doğru olduğu asla bilinmez). Güzel olan başka nokta ise yazar, toplumda edindiği yer ve ün den kaynaklı oluşan egosu dahil bütün eksikliklerini de kaleme almış romanda. İçinde zengin duygular barındıran sürükleyici kitaplardan kendisi.
Poulo Coelho, uzun zamandır kendini tanrı ile olan bağından uzak, verimsiz hissetmektedir. Esrarengiz ustası j, ona uzun bir yolculuk önerir ve bu yolculukta içindeki boşlukları doldurabileceğini söyler. Coelho, yazarlarıyla buluşacağı, imza günleri düzenleyeceği bir Rusya gezisini işte bu nedenlerle kabul eder. Trenle gidilen bir Transsibirya yolculuğu.
Oldukça uzun sürecek bu yolculukta kendisine yakınen eşlik eden editörü ve bir tao ustası olacaktır. Bir de yazarın şifasının kendinde olduğunu iddia eden bir türk keman virtüözü olan Hilal. Hilal, kendisini de bu yolculuğa dahil edebilmek için çok uğraşır ve sonunda bu ten yolculuğu hilal’in de katılmasıyla reenkarnasyonlarla, ayinlerle, bakışarak varılan elifin ta kendisiyle devam eder. Yazarın spritüel yönü her kitabında kendini göstermektedir fakat elif in farkı, kendi hayatını okumamızdır.
İçimizdeki Şeytan- Sabahattin ALİ
Sabahattin Ali; ülkemizin toplumsal gerçekliğini, insanın iç dünyası üzerinden anlatmayı başarabilen, eserlerini Türkiye’nin en çok okunan romanları arasına yerleştiren, kıymetli yerli yazarlarımızdan. 100 kitaplık ‘’Kitap Önerileri’’ listeme günümüzün popüler kitaplarından olan Kürk Mantolu Madonna yerine İçimizdeki Şeytan’ı almak istedim.
Çünkü aynanın karşısında oturmak gibidir bu kitabı okumak. Nacizane fikrim önce İçimizdeki Şeytan’ı okumanızdır. Acilen okuyup, kendinizle yüzleşip, hayatınıza katkı sağlamasıdır. Şeytanınızı fark etmeniz, ilk adımdır. Aracı olabilirsem ne mutlu. Kitabın dili çok sade değil, akıcılık konusunda da diğer kitaplar konusunda kesin konuşamayacağım.
Yazıldığı yılların Türkiye’sini yanıtsan kitap, buhranlı ve karanlık kitaplardan. Keza hikaye de aynı şekilde. Parasızlık, çaresizlik, içinde bulunulan koşullar sayesinde yapılan yanlışlar var olay örgüsünde. Diğer taraftan, dönemin aydınları olarak söyleyebileceğimiz azınlık bir grubun içindeki çürümüşlüğü, bu grupta kabul görmek için içine düşülen dipsiz kuyular da var aynı olay örgüsünde.
İnsan nerede insanlık değerlerinden ödün verir ? Hangi raddede kendi gururuna, aşkına ve dostluğuna kayıtsız kalır. İçimizde büyüyen şeytan hangi şartlarda davranışlarımıza yön verir? Kitabın konusunu bu kadar geri planda tutmayı başarıp, aklında kurguladığı mesajı okura yansıtabilen yetenekli yazarlardan Sabahattin Ali. Aşk romanı olarak başlayan, sonunda kendi karanlık zihnimizle karşılaştığımız sihirli bir kitap.
Ömer ile Macide’nin 1940’ların İstanbul’unda yaşadığı aşk ile sınırlandıramayacağımız hikayesi. Dönemin toplumsal ve siyasi yapısından kaynaklı oluşan insan karakterlerinin hemen hepsi Ömer’in arkadaşları veya Macide’nin akrabalarının arasında. Ve hepsi kendi şeytanıyla mücadele veya dostluk halinde.Hikayesi hakkında bilgi vermek istemediğim kitaplardan İçimizdeki Şeytan. Çünkü olaylar; sıradan, çirkin, hepimizin hayatında örnekleri olan fakat hep halının altına süpürdüğümüz olaylar.
Ömer parasızlıktan yanlışa sapmaya başlar, sonra içindekilere engel olamaz hale gelir. Macide çaresizlikten sürüklenir başka hayatlara, şeytanı karar alamama güçsüzlüğündedir. Bedri aşkı yüzünden girer tüm bu çirkin vaziyetlere, kendine dur diyebilecek gururunu yemiştir şeytanı. İçki ortamında yaşananlar tamamen insanı simgeler. Arzular, irade yoksunluğu, karmaşa ve sonrasının pişmanlıkları.
Kitap yarım biter. Karakterler ve hikaye yarım.
Keyifli okumalar…
Fareler ve İnsanlar – John STEİNBECK
İnsanın; insanla, toplumla ve doğayla olan ilişkisini anlatan, bu ilişkinin çarpıklıklarını sade bir dil ve keskin bir gerçeklikle anlatan Nobel ödüllü bir yazar John Steinbeck. Psikolojik kitap önerileri arayan okurların kaçırmaması gereken Fareler ve insanlar; ismini İskoç Şair Robert Burn’un aynı isimdeki şiirinden almış.( ilk okuduğumda 14 yaşlarındaydım ve baş karakterin bir fare ile olan yakın ve üzücü ilişkisinden aldığını zannetmiştim kitabın ismini )
–En iyi planları farelerin ve insanların, sıkça ters gider…
Şair farelerin ve insanların hiçbir zaman hayallerine ulaşamadıklarından bahseder ve kitabın başından sonuna kadar mesajı hep bu doğrultudadır. Bu mesajın yanı sıra, George ile dostluğu,sadakati hisseder okur.
Keza Kitabın sonunda bu değerlerin doruğuna ulaşırız. Lennie ile insanı sorgulatır bize. İçinde kötülük barındırmadan sebep olunan facialar. Akılsız bir sevginin getireceği korkunç sonlar. Hep başkalarının yanında kötü şartlarda çalışan insanların kendi hayatlarını kurmak istemelerindeki saf umutlar.
Hayalleri için mücadele edenlerin; kendi hayallerini, bir insana duydukları dostluk ve bağlılık için korkunç bir sonla bitirmeleri. Müthiş bir hikaye, keskin bir zeka örneği. Çok geçmeden, kişilik denen değer yargılarının tam oturmadan okunması gereken kitaplardan. Zor bir hayat yaşayan iki insanın trajik sonu. Kitabın en güzel tarafı ise; böyle ince bir meseleyi hiçbir noktasında ajite etmeden, gerçeğe çok yakın bir üslupla yazması.
Eğer henüz okumadıysanız bir an önce okuyun, ve dönemin ileri gelenlerinin söylemlerine bakmadan çocuklarınıza okutun…
Hayatlarını çiftliklerde çalışarak kazanan iki arkadaş. Geroge Milton ve Lennie Small. George; ufak tefek, küçük ve silik yüz hatlarına sahip, oldukça akıllı bir karakter. Lennie ise; çok iri, kocaman gözleri ve elleri olan, fazlasıyla güçlü fakat küçücük bir beyni, saf ve güzel bir kalbi olan diğer karakter. Lennie’yi büyüten teyzesi onu George’ye emanet eder ve böylece ortak hayatları ve sonları başlar.
George’nin hayali; çiftlik sahiplerinin yanlarında çalışıp kazandıkları para ile kendilerine bir arazi satın alıp küçük bir çiftlik kurmaktır. Lennie’nin ise; kendi çiftliklerindeki tavşanları kendi elleriyle beslemek. Leennie yumuşak şeylere bayılır. Ve sevginin dozunu asla bilemez.
Yumuşak bir fare, yumuşak bir köpek yavrusu ve yumuşak bir kadın saçı. Hepsini çok sevmiştir. Fakat sevgisinin dozunu bilecek kadar bir beyne sahip değildir. Tüm bu trajedinin ortasında George…Kendisine emanet edilen; vücudu kocaman fakat aklı küçük olan dostu için sabrının ve yapabileceklerinin sınırsızlığıyla büyüler.
Keyifli okumalar…
Simyacı – Paulo COELHO
Paulo Coelho… Kitapları; okurunu yormayan, dili sade, her hikayesinde ayrı manalar taşıyan fakat hepsinde aynı ruhu yansıtan, çağımızın hastalığının şifası niteliğinde. ‘’Ölmeden mutlaka okunması gereken kitaplar’’ dan olan Simyacı, yazarın üçüncü kitabı.
Bir dönem Türkiye’de en çok okunan kitaplar arasında olması Türk okurunun hayatına dokunması açısından oldukça mutluluk verici. Kendimizi dinlemeyi unuttuğumuz, iç dünyamızdan bi haber olduğumuz çağımızın koşullarında, okuruna ‘’kendini tanı, ruhunun isteğini dinle, bunun için dünyanın başka bir ucuna gitsen de; giderken karşılaştıklarınla öğrendiğin, yaşadığın şeyler sana kendi özünü verir’’ diyor.
Bize özümüzü bulmamızın haritasını sunuyor. Tüm bu yorumlarımdan dolayı, beklentinizi yükseltip sanmayın ki bir sır veriyor. Hikayenin satır aralarına dikkat edilmesi gereken bir roman. Kitap önerileri listemde, hatırladığımda kalbimi hissetmemi sağlayan, ender yazarların ender kitaplarından Simyacı.
Yazarın, Müslümanlara ve Türklere karşı özel ilgisinin olduğu başka kitaplarından da anlaşılıyor ve merak uyandırıyor. Bir günde başlayıp bitirebileceğiniz, bitirdiğinizde üzerine düşüneceğiniz, yumuşak, sıcak umut dolu bir roman. Popüler kitaplara olan kıramadığım önyargımda da beni haksız çıkaran Simyacı, benim favori kitaplarımdandır ve mutlak önerilerimdendir.
Endülüslü İspanyol çoban Santiago. Santiago çocukken ailesi onun rahip olmasını ister fakat o farklı yerler görmeyi öyle çok ister ki bunu yapmak için bildiği tek yol olan çobanlığı seçer. Çobanken mutludur.
Hayvanlarıyla kurduğu ilişki, yünlerini satmaya gittiği dükkan sahibinin aşık olduğu kızıyla bir saat sohbet etmek için beklediği aylar, gittiği gördüğü yerler ve okuduğu kitaplar. Bütün bunlar Santioago’ya çok iyi gelmektedir. Tüm bu hayatını dolduran şeyler, iki gün üst üste gördüğü rüyadan sonra boş gelmeye başlar ve o rüyanın ona gösterilme amacının olduğuna inanır. İşte bu olaydan sonra yaşananların her detayında ayrı güzellik saklıdır. Endülüslü çoban Santiago çöller aşar, hayatına yön verecek insanlarla tanışır, simya öğrenir ve piramitlere ulaşır. Yazarın mesajı da burada saklıdır.
Bana göre; bir kitapta her okuyanın farklı şeyler hissetmesi, farklı yargılar çıkarması kitabın kalitesini belirler. Fakat Simyacı tek bir yerinden tek bir yargı çıkarılacak bir kitap olmadığından hissederek, durup düşünerek okumanızı tavsiye ederim.
Bin Muhteşem Güneş – Khaled Hosseini (Halit Hüseyni)
Kitap önerileri listemdeki diğer kitap olan Bin Muhteşem Güneş güncel popüler romanlardan. Dönem yazarı olan yazarımız yine, büyüdüğü toprakların sıkıntılarını ve insan duygularını konu almış. Dili gayet sade fakat betimlemeler diğer bahsettiğim kitabına göre daha başarılı olmuş.
Edebiyat, zihin oyunları beklemeden konunun dramatik tarafıyla doyum sağlanabilecek bir roman kendisi. Yazar, olay örgüsü kurmakta oldukça başarılı ve sıkılmadan sürükleneceğiniz bir hikayesi var. Mutlaka okunması gereken kitaplardan olduğunu düşünmüyorum. Bunu yanı sıra iç dünyamıza mutlaka farklı tatlar bırakacağına inanıyorum.
Hikaye şehirden uzak bir göl kenarında yaşayan bir anne kız ile başlar. Meryem ile Nana. Anne kendini asar ve yasak aşkın meyvesi Meryem, babasının yanına gider. Kendi ailesi olan babası, dönemin şartlarında hiç de garip olmayan bir şey yapar, henüz çocuk olan meryemi evlendirir.
Tanrı Meryem’e bir bebek vermez ve kocası zamanla Meryem’e kötü davranmaya dövmeye başlar. Aslında kitap bundan sonra, çiftin hayatlarının Leyla ile kesiştiğinde başlar. Kuma olarak ilişkilerine başlayan iki kadın, aynı koca tarafından dövülürken ana kız olurlar.
Hikaye; Meryem’in sadece bir annenin yapabileceği bir fedakarlıkla kırılma noktasını yaşar ve Afganistan’da kadın olmanın dayanılmaz çaresizliğini hissederek ve muhtemel gözyaşlarımızla birlikte son bulur.
Uçurtma Avcısı – Khaled Hosseini (Halit Hüseyni)
Kitap önerilerimden bir diğeri olan uçurtma avcısı, dünyada en çok okunan kitaplar arasında kaldı uzunca bir süre. Popüler romanlar arasında adından sıkça bahsettiren roman, edebi yönü zayıf fakat insani duygularımıza dokunuyor ve kendi içindeki sırrı da tam olarak bu. İçimizde olan tüm duygular; dostluk,sadakat,kıskançlık,pişmanlık… hikayede hepsi ilmek ilmek işlenmiş.
Popüler romanlar beni ilk etapta kendinden uzak tutar fakat bu konuda en tehlikelisi genelleme yapmaktır. Kitabı yarıda bırakmadım, bitince’’zaman kaybı’’olarak görmedim, etkilendim, duygularıma dokundu. Bunlarla birlikte okumadan ölmeyin diyebileceğim kitap önerilerinden değil kendisi. Kitabın filmi de var şimdilerde, diğer çoğu uyarlama gibi bu film de asıl ruhu yansıtamamış fikrimce. Seçim sizin…
Hasan ve emir aynı evde doğmuş, aynı sütanneden emmiş, aynı oyunları oynayan, aynı zevkleri olan iki çocuk. Biri ağanın, diğeri ise evin hizmetlisinin. Hasan, Emire karşı müthiş bir sevgi ve dostluk besler. Emir ise Hasan’ın yeteneklerinden faydalanır, birlikte oyunlar oynayıp eğlenir fakat aralarındaki statü farkını da fazlasıyla hissetmektedir.
İki çocuk yine birlikte vakit geçirirken başlarını belaya sokarlar ve Hasan, Emir’i kurtarmak için kendini tehlikeye bırakır. Emir, hiç düşünmeden Hasan’ı bırakır ve uzaklaşır. O gün Hasan’a yapılanları uzaktan izler, müdahale etmeden…
Emir olanların korkunçluğu ve kendisinin olanlara seyirci kalmasının ağırlığını atlatamaz ve çözümü arkadaşını evden göndermekte bulur. Hasan’ı hırsızlıkla suçlar. Babalarını aralarındaki sır ve dostluktan kaynaklı Emir’in babası hizmetlileri evden göndermek istemese de Hasan’ın babası suçlamadan sonra oğluyla birlikte evi terk eder.
Ülkedeki karışıklıktan dolayı Emir’in babası varlıklarını kaybedince, diğer bir çok insan gibi oğlunu alıp Amerika’ya gider. Olaylar aslında yıllar sonra Emir’e gelen bir telefonla netleşecektir.
Gelen telefonla Kabil’e tekrar dönen Emir’e hayat bir şans daha vermiştir(?!) ve beraberinde bir çocukla döner. Bakalım insan yeniden iyi olabilecek midir. Bu karar da her okura ayrı ayrı bırakılmış sanırım.
Yüzyıllık Yalnızlık – Gabriel Garcia Markuez
Markuez romanları, sürükleyici kitap önerileri arayanların koşarak uzaklaşmaları gereken romanlardır. Yazarın ”büyükannem geleceği sezen, geçmişte olan korkunç olayları bile aynı ses tonuyla sakin sakin bana anlatan bir kadındı ve ben de size olayları bu üslupla yansıtmaya çalıştım’’ tarzındaki açıklamasından da anlaşılıyor söz konusu romanın akıcılık seviyesi.
Bir yere varmayı beklemeyip, sadece ana odaklanıp kendinizi yazara bırakırsanız nehirde sakince yol alıyorsunuz aslında romanda. Olaylar; perde arkasında günahlarıyla, korkunçluklarıyla vahşice seyrederken siz ön tarafta yazarın tüm bunları anlatırken ki duygusuzluğuyla, derin bir yalnızlık melankolisiyle salınıyorsunuz. Bir ailenin konu edindiği kitapta, üç kuşak erkeklerine aynı isimlerin verilmesi okuma ve odaklanmayı güçleştiriyor fakat aynı zamanda farklı bir haz veriyor.
İlk sayfadaki soy ağacından sıklıkla faydalanılacak bir olay örgüsüne sahip. Aslında kitabın ve yazarının böyle bir iddiası yok ama ben size psikolojik kitap önerileri başlığında değerlendirmenizi tavsiye ederim. Yazar bilincinde çocukluğundan kalan olaylar ve bu olayların kendisine yansımalarını anlattığını söylüyor. Bana kalırsa karma karışık bir beyin ve bilinçaltı eseri.
Kitabın büyüleyici bir diğer yanı ise; kitabın dili okuru öyle hipnotize ediyor ki, anlattığı garip ailenin içinde toprak yiyen, göğe yükselen kız, durmadan yağan yağmur ve evi yiyen karıncalar okuru hiç şaşırtmadan olay örgüsünün içinde akıp gidiyor. Markuez’in; içinde sapkın, tuhaf, yalnız, mutsuz, büyücü ve kehanet habercisi insanların yer aldığı ailesinde roman boyunca kalmak kabul ediyorum kolay olmuyor fakat bilincinize şimdiye kadar yaşamadığı bir serüven yaşatmak istiyorsanız bu romanı mutlaka okumalısınız.
Hikaye; ailelerin karşı çıkmalarına rağmen Ursula ve Jose Arcadio’nun akraba evliliği yapmasıyla başlar. Bundan önceki akraba evliliklerinin bir tanesinden doğan domuz kuyruklu çocuk ailelerin korkmasının asıl sebebidir. Bir gün bir horoz dövüşü sırasında kavga ettiği bir adamı öldüren ve kasabada evliliği hakkındaki dedikodulardan sıkılan Jose, kasabadan uzak bir yerde kendi ailesini kurmak ister ve kendi gibi düşünen hanelerle birlikte izole bir hayat kurar. Karısı Ursula gelecek sezgileri yüksek bir çingenedir ve ailesinin lanetini sezmeye başlamıştır bile.
Kocası simyayla derinden ilgilenir ve akıl sağlığını kaybeder. Bir ağaca bağlı bir süre yaşar ve ölür. Sonrasında dünyaya gelen erkek çocuklarının sadece iki çeşit ismi olur ve hepsinin günahlarla, tuhaflıklarla korkularla ve yalnızlıkla dolu hayatları olur.
Kehanet gerçeğe dönüşmüştür ve lanetlenen ailede üç kuşak yüz yıl boyunca domuz kuyruklu bebeklerin yanı sıra teyzesiyle birlikte olan çocuklar, toprak yiyen kızlar, Çingenelerle yatan oğlanlar, karıncaların yediği insanlar, sürekli yağan bunaltıcı yağmurlar ve birbirinden farklı şekilde dünyanın dibini görmüş karakterler.
Sonuç olarak ‘’soyun atası ağaca bağlanır, sonuncusunu da karıncalar yer’’ lanetlenmiş bir yüzyıl ve yüzyıllık bir yalnızlık. Bu özet kitabı karşılamaz, aslında bu kitap özete sığacak olay içermez. Belki de okuduğunuz en iyi kitaplar arasına girecektir kendisi. Mutlaka şans vermelisiniz.
Hayvan Çiftliği – George ORWELL
Dünya’da en çok okunan kitaplar arasında olan Hayvan Çiftliği, George Orwell’in sistemi ve insanı büyüklere masallar tarzıyla anlatarak eleştirdiği bir yapıt.
Kendi döneminin sosyalizmini ve aslında Stalin’i eleştirdiği kanısına varılan kitapta insanın bireysel yanlışlarına da sitem ediyor bence. Dili de üslubu da oldukça sade ve akıcıdır. Farklı bir pencereden dünyayı ve sistemi incelemek istiyorsanız kitap önerileri listemde Hayvan Çiftliği’ne şans verin derim. Bakalım siz hangi hayvanda kendinizi bulacaksınız =)
Olay çeşitli hayvanların olduğu bir çiftlikte başlar. Hayvanlarımızın sahibi olan bay Jones’un onları sürekli çalıştırması ve kullanması; karşılığını sadece karınlarını doyurarak ödemesi bazı hayvanların( bilhassa domuzların) canını fazlasıyla sıkmaktadır. Sahip, emeklerini sömürerek ve onlara zulmederek zenginliğin sefasını sürmektedir.
Hayvanların arasında oldukça yaşlı olan ve ‘’koca reis’’ olarak anılan bilge, bir gün hayvanların hepsini yanına toplar. Bir rüya gördüğün ve yakın zamanda öleceğini söyleyen koca reis artık sömürü altında yaşamamaları gerektiğinden de bahseder ve çok geçmeden ölür. Zaten hali hazırda sahibe karşı içten içe homurdanmalar artarken değer verdikleri reislerinin de ölmeden önce söylediği şeyler; -domuzların öncülüğünde- yönetimi ele geçirmek için bir plan yapmaya koyulmalarına sebep olur.
Plan güzel işler ve artık sahip yoktur. Yönetimi ele geçiren hayvanlar ilk etapta özgürlüğün tadına varır ve şevkle çalışmaya başlarlar. Herkesin yeteneğine göre iş bölümü yaparak, diğerinin işini sorgulamadan ve kendinden daha güçsüze yardım ederek günlerini geçirirler hayvanlarımız.
Bir süre sonra domuzlar yönetimi tamamen ele geçirir ve diğer hayvanları kullanmaya, karşılığında sadece karınlarını doyurmaya başlarlar. Domuzlarla birlikte bir kısır döngü daha okuyacağımız kitap ilk yazıldığı zamna nazaran şimdilerde popüler kitaplar arasındadır.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü – Ahmet Hamdi TANPINAR
Kitabı okuyunca, bu adam bu kitabı gerçekten 1961 yılında mı yazmış dedirten, halen yaşadığımız duygu çıkmazlarını, sinir harplerini, toplumsal çelişkilerimizi, modern çağın absürtlüklerini, tedirginliklerimizi, pişmanlıklarımızı, bizi bize anlatan, okunması gereken kitapların en önemlilerinden.
Aslında kitap; toplumumuzun, doğunun rehavetli hakikatiyle, batının pratik zenginliği arasında gidip gelen çeşit karakterlerini konu alsa da kitabın asıl sırrı her okuyanın başka hülyalara dalması bence. Tanpınar’ın dilinin sade ve kolay olduğunu söyleyemeyeceğim fakat kitabın başlarında sabrederseniz, sonrasında bu durumu fark etmeyeceksiniz bile.
Hem psikolojik kitap önerileri isteyip, bir de sürükleyici kitaplar seviyorsanız ikisinin buluştuğu çok nadide eserlerdendir kendisi. Müthiş bir kara mizah, kahkahalarla gülerken içimize inceden bir sıkıntı verebilen bir ironi harikası, muzip ve zeka dolu bir beynin oluşturduğu kaos. Karakter gözlemleri, nokta atışı tespitler, insanın iç yüzünden dünyaya açılan bir tünel. Belki en popüler kitaplar listesine hiçbir zaman giremeyecek fakat mutlaka okuyalım ve okutalım.
Romanın baş kahramanı Hayri İrdal, karısının deyimiyle ‘’içine sinik,sünepe, elini attığı hiçbir işi beceremeyen” kendine bir kimlik bulamamış, aslında ne kendini, ne ailesini ne de içinde bulunduğu düzeni çözememiş ve bize bu sayede tüm bunlar hakkında çözümleme şansı sunan bir karakter.
Her nasılsa saatlere özel bir ilgi duyan Hayri İrdal, kitabımızın doğu neferi olan Nuri Efendi’nin yanında saat tamiri işine başlar. Saat ve zaman sevgisini doruklarda yaşama, hissetme şansını bulduğu işinde; Nuri Efendi’nin zengin olma hevesinden uzak, kendi kabuğunun içinde fikir zenginliğini bulmuş, çalışkan fakat uyanık olamayan hayatına uyum sağlayacaktır.
Ta ki Halit Ayarcı ile yolları kesişene dek. Halit Ayarcı; müthiş bir şevkle yeninin peşinde koşan, batı kalıplarını bize ince ince yansıtan, iç aydınlığının, zerafetin, estetiğin uzağında; yeni dünyanın meşakkatli yoluna adımlarını uyduran ve elini attığı her işi başaran bir karakterdir. Hayri İrdal bu iki dünya arasında kendini bulmaya çalışırken, okuyucu kendi gizli dünyasına döner ve hesaplaşma başlar.
Tam da burada yazarın kendi cümlesiyle durum analizi yapacak olursak; ”iki alem arasında salınıp duran bir halkın boşluğu’’ nu görür,yaşarız. Kitapta; kendinizi kıs kıs gülerken bulacağınız güzel ayrıntılar vardır. Mesela Hayri İrdal’ın sesi berbat olan fakat şarkıcı olmak isteyen ve Hayri Bey’e bu isteği hep gülünç gelen bir baldızı vardır ve Halit Ayarcı sayesinde meşhur bir şarkıcı olmuştur.
Halit Ayarcı’nın benim içimde filizler çıkaran hayat görüşüyle bitirmek isterim. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü kurmak için Hayri bey’i ikna etmeye çalışırken şu düşünceyi ortaya çıkarır : ”ihtiyaçlardan dolayı meslekler ortaya çıkmaz, sen bir meslek kurarsın ve ona ihtiyaç oluşturursun’’ Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Türkiye’nin değil dünyanın en iyi kitaplarındandır.
V Kadınları (Birinci Kitap) Murakami’nin Kedisi – Aylin Doğan
Kitap önerileri listemdeki en yeni çıkan romanlardan ”Murakami’nin Kedisi”. Zira yazarın da ilk kitabı kendileri. Kapağında, takıntılı olduğum yazar Murakami’yi görür görmez aldım, yazarının Türk olmasının şaşkınlığı ile. Bu karşılaşma beni, Türk edebiyatına taze ve canlı bir soluk getiren Aylin Doğan ile tanıştırdı. Ne tatlı bir tesadüf ! Haruki Murakami’nin, edebiyatı bulaştırdığı paralel evren uçukluğuna bizim yazarımız gelişigüzel öyle bir dalıyor ki, muzipliğinden zeka akıyor.
Güzel kısmı; bu kitabı anlamanız için Murakami okumuş olmanız şart değil, fakat okuduysanız da satır aralarındaki nüanslarla kendinizden geçmemeniz işten bile değil. Yazarın dili oldukça sade, hatta itici olmamayı başaran bir laubalilikte. Ana karakter karşınızda, size anlatıyor kadar samimi.
Gerçeküstü olayları yaşarken hepimizin verebileceği tepkileri oldukça doğal aktarması ile de olaylar gerçeküstü olmaktan çıkıveriyor, fantazi dünyasında olduğunuzu böylelikle unutturuyor.Ve bütün renkli karakterlerle cümbür cemaat yaşıyorsunuz romanın içinde.Ben ki; güzellemeler, betimlemeler, analizler hayranı bir okur olarak; ”Lal” ile gırgır şamata bir solukta geçtim yazarın enteresan dünyasından ve bu sadeliği de sevdim.
Her alanda olduğu gibi edebiyatta da bir devrim yaşanıyor dünyada ve bu kırılma noktasını görüp bizim yerli edebiyatımıza uyarlayan bir Türk yazarın var olduğunu öğrendiğim için ayrıca heyecanlıyım. Romanın tarzı; yazarı biraz araştırırken denk geldiğim kendisinin tanımı ile ”büyülü gerçeklik” ,genel geçer kalıpla ”absürd fantastik”. Fantastik kitap önerileri, psikolojik kitap önerileri, sürükleyici kitap önerileri ve hatta felsefi kitap önerileri arayan dostlar, uçuş takımlarını hazırlayınız.
İstanbul’da vuku buluyor olaylar silsilesi. Fakat biz okurlar, sadece İstanbul’da kalmıyoruz, geziniyoruz diyarlarda. Pagan büyüleri, pisişik güçler, isim analizleri, uçuşuyor olay örgüsünün içinde. Bir sonraki kitabını on göz ile beklediğim, günümüz dünyasında mutlaka okunması gereken kitaplar arasında; ufuk açan, beyin yakan, hınzır, uçuk kaçık bir romanlar seriisinin ilk kitabı. İkinci kitabını biraz daha uzun ve daha doyurucu beklemek de bu kitabı için tek eleştirim.
Aylin Doğan; Türk kadın yazarların fazlaca acılı-romantizm sevdasından kopan, yerel kültür ve anlatıyı global değerlerle harmanlamış nadir isimlerden. Ve son olarak; sosyal medyanın edebiyata kattığı benim fikrimce en güzel şey, yazarlarla (tabii ki hepsi ile değil ) iletişim kurmak istediğimizde kurabiliyor oluşumuz. Sylvia Plath’ın Sırça Fanus’undaki Esther karakteri kafamızdaki bütün soru işaretleri ile tarih olmuş durumda. Fakat -egodan arınmış- yeni nesil yazarlarla kitapları hakkında sohbet edebilmek müthiş bir haz. Benim bu hazzı paylaştığım iki yazardan biridir Aylin Doğan.
Ana karakter Lal; eşi ile süregelen, sanırım montonlaşmış tartışmalarından birini yaşarken başlar hikaye. Bir anda -bırakıp gitmek- içgüdüsü ile çarpar kapıyı çıkar evden. Son dönemde dünyada fazlaca ün yapmış olan roman yazarı Murakami’ye hayrandır ve giderken yanına sadece yazarın bir kaç kitabını almıştır.
Tesadüf bu ya; tam bu sıralarda bir arkadaşı yurtdışına çıkmıştır ve bitkilerine su vermesi ve göz kulak olması için evinin anahtarını Lal’ e bırakmıştır. İşte, olayların gümbür gümbür akacağı St. Antonie Kilisesi’nin, her birinde şenlik olan daireleri bulunan apartmanına yolu böyle düşer. Bir de üstüne şu meşhur Murakami’nin İstanbul’a bir panel için geleceğini öğrenir.Tabii ki o panele gidecektir ve tabii ki hiçbir şey Lal’in tahmin edebileceği gibi gelişmeyecektir.
Bir garip kedi -Tom-, İstanbulun delikanlı zangoçlarından bir apartman görevlisi -Hüso Sanchez Coello-, ülkenin pek muhterem korku literatürü ustası bir yazar -Levent K-, ve tabii hafif meşrep bir -Matmazel Plüg-. Namı-ı diğer biricik yeğen ”Marie”. Ek olarak canavar bitki Dolares, içince hülyalara daldıran içki Bloody Mary, yanlışlıkla tekrar diriltilen bir adet Walker, ve son olarak taa Prag’lardan olaya el atan V Kadınlarının tanıdığımız ilk kadını. Vera… Hepsi ve daha fazlası, okurlarını kaçık dünyalarına davet ediyorlar!
V Kadınları (İkinci Kitap) – Bram Stoker’in Masası – Aylin Doğan
Kitap önerileri listemdeki Aylin Doğan’ın ikinci kitabı ”Bram Stoker’ın Masası”. Yazarın dili, üslubu hakkındaki görüşlerimden ilk kitabını eleştirirken bahsetmiştim.(Dili oldukça sade fakat kendi içinde bir ahengi var.) Henüz ikinci kitabı olmasına rağmen, ilk sayfasında kendine has tarzını yeniden hissettim. Şöyle ki; okur, özgün bir yazarın birden fazla kitabını okumuşsa, artık nerede karşılaşırsa tanır o satırları. Bu ikinci kitap ile birlikte belleğimde bir yazar tarzı daha kesinleşmiş oldu.
İlk olarak, önceki kitabına dair olumsuz tek eleştirim kısa ve bu yüzden de yüzeysel oluşuydu. Gariptir; ikinci kitabı da kısa fakat oldukça zengin. Bu kitabı okurken size tavsiyem; bir yandan ”Lal” karakterinin müzik zevkiyle başlayıp (ismi kitapta geçiyor) sonra kendi yelkeninizle devam ederek hafif müzikler dinlemeniz, bir yandan da hikayenin içinde geçen bilmediğiniz kelimeleri ve olayları internetten araştırmanız.
Olaylar son hız akıp giderken satır aralarındaki yeni edineceğiniz bilgilerle alacağınız haz iki katına çıkacaktır. Ön tarafta spiritüel olaylar vuku bulurken, arka fonda gizliden gizliye bir tılsım beliriyor ki işte yazarın ve kitabın asıl cevheri orada saklanıyor.
Diller tarihi, psişik-edebiyat tarihi, moda tarihi de var olay örgüsünün aralarına serpiştirilen. Yeni çıkan romanlar arasındaki en iddialılarından. Kitap önerileri listemdeki, bir ışık görüp merakla peşinden gittiğim eselerlerden. Ne yazık ki yine çok kısa, bitmesin diye az az okuyup günlere yaydıklarımdan.Kitap önerileri listemdeki; yaş (yine de tavsiyem +20), cinsiyet faketmeksizin mutlaka okunması gereken kitaplardan.
Bu kitapta edebiyat tarihinin paralel evreni var, bir zamanların İtalyan modasının en çarpıcı magazin haberleri var, kelebekler detayıyla yine Murakami ve okurlarına çakılan bir selam var, aşk ve kin olgularına çarpıcı göndermeler var, iyi-kötü yaftalarına farklı bakan bir pencere var. Açılan her kapının ardında okurunu gülümseten özgün, renkli, ve -en doğal halleriyle- mükkemmelliken uzak karakterler var. Kadim zamanlardan bu yana gelebilmiş ritüller, en önemlisi güzel kadınlar var. Bizi fazlaca yerellikten uzaklaştırabilen bir dünya kültürü var.
Kendi hayatımızla ilgili yaptığımız seçimler gerçekten bize mi ait? Kader işin neresinde? Bulunduğumuz düzlem gerçekten bizim algılayabildiğimiz kadar mı. Düz mü? Bunların da -göreceli- cevapları var. Fakat bu var olanları; beylik laflarla, abartılı mecazlarla, ben bilirimci yazar egosuyla değil, şaşkın bir ana karakterin yaşadıklarıyla anlatan sivri bir zaka var..
Fantastik kitap önerileri, psikolojik kitap önerileri, sürükleyici kitap önerileri ve hatta felsefi kitap önerileri arayan dostlar, uçuş takımlarınızı yeniden hazırlayınız!
Ana karakter Lal, Murakami ve kedisi Tom’un da içinde bulunduğu enteresan olayların etkisinden henüz kurtulamamışken, bir telgraf alır. Telgraf Prag’dan, Matmazel Plüg’ün teyzesi Vera’dan gelir. Vera teyze, yeğeninin Prag’a dönmesindeki katkılarından dolayı Lal’e vafa borcu olduğunu yazar ve bir de teklifi vardır. İstanbul’da yaşayan sevgili kuzeni Gabriela’nın adresini verir ve oraya gitmesini rica eder.
Kocasından ayrılma eşiğinde olan ve beş parasız olan Lal için müthiş bir zamanlamadır. ”Daha fazla ne olabilir ki”düşüncesine en uygun zamandadır çünkü. Yine başına bela alacağını hissetse de, verilen adresin boğaza nazır bir yalı olmasının da verdiği merakla kendini hayal gibi bir bahçede buluverir. Bu kararı vermesinde etkili olan Hüso ve Levent Ka, tabii ki yeni maceralarda Lal’i yalnız bırakmayacaklardır.
Gabriela, nam-ı diğer Vanya. V Kadınları’nın tanıyacağımız ikinci kadını.İsminin anlamı; İbranice’de ”Tanrı’nın hediyesi”, Antik Yunanca’da ”iyi haberler getiren kelebek” olan Vanya. Bahçesinde rengarenk kelebekleri ve yaşam enerjisi ile hiç yaşlanmayan hep genç, hep güzel… Diğer tarafta, yine hiç yaşlanmayanlardan Mina. Drakula’nın soylu üç kız kardeşinden en kıymet verdiği… Ardından Bram Stoker. ”Drakula”yı yazarak ünlü vampir efsanesini başlatıp dünyaca ünlenecek olan fakat yaşadığı aşk ile kendini kaybeden bir garip yazar. Ve Giovanni. İtalyan modasının dev ismi, Gabriela’nın en derin yarası. Tüm bunların arasındaki zaman ve mekan sınırı olmayan aşk- nefret üçlemeleri…
Peki ya bizim Lal tüm bunların arasına neden ve nasıl düşüveriyor? Lal’in bu evrendeki görevi ne ? V kadınlarının gizemi yavaş yavaş çözülüyor!
Seriinin üçüncü kitabı; ”Oscar Wilde’ın Tablosu” imiş. Bakalım sırada V kadınlarından hangisi var ve bizi neler bekliyor.